2011 - 2012 sezonunun başında yıkılıp yeniden yapılması planlanan İnönü Stadı'nın 70 yıllık tarihi.
Stadlarla kentlerin tarihi birleşir. Madrid ve Barnebau, Londra ve Wembley, Rio de Janerio ve Maracana... İstanbul dendiğinde de akla İnönü Stadı gelir. 67 yaşındaki İnönü Stadı, Türk futbolunun en önemli simgelerinden biri. Tarihsel özellikleri ve konumuyla belki de Türkiye'nin en değerli stadyumu. Deniz tarafındaki kalenin arkasında Osmanlı'nın, Meşrutiyet'in ve Cumhuriyet'in ev sahibi Dolmabahçe Sarayı, Dolmabahçe saat kulesi ve minareleriyle stadın siluetinin ayrılmaz parçası haline gelen Bezm-i Alem Valide Sultan Camii; diğer kalenin arkasında İstanbul Teknik Üniversitesi'ne ait Taşkışla binası var.
2011 - 2012 sezonunun başında yıkılıp yeniden yapılması planlanan İnönü Stadı'nın, 70 yıllık tarihinde başka yıkıp yeniden inşa etme girişimleri de oldu ama tarihi eser değeri nedeniyle tamamına ermedi. Yeni bir engel çıkmazsa bölüm bölüm yenilenmesi tasarlanan stadın geçmişi 1939'a uzanıyor; İtalya'dan davet edilen mimar Vietti Violi, Türk meslektaşları Fazıl Aysu ve Şinasi Şahingiray ile Dolmabahçe Sarayı'nın eski has ahırlarının bulunduğu yere uygun bir plan hazırladı. Uygulamada mimar Fazıl Aysu da görev aldı ve aynı yıl 19 Mayıs'ta temel atıldı ama İkinci Dünya Savaşı yüzünden inşaata beş yıl sonra başlanabildi. 19 Mayıs 1943'te yenilenen temel atma töreniyle harap hasahırlar kaldırıldı ve hafriyata başlandı. Ancak arkadaki Gazhane tesisleri yüzünden Violi'nin çizdiği planın bu tarafa bakan bölümü yapılamadı ve yüksek bir taş duvarla kaplandı. Stadın saraya bakan yüzündeki büyük demir kapının iki yanındaki duvara gömülecek tunç rölyefler de, bu tribünün sahaya bakan yüzündeki iki küçük kulenin üzerine konması gereken disk ve cirit atan sporcu heykelleri de güme gitti.
Nihayet 27 Kasım 1947'de oynanan Beşiktaş - AIK (İsveç takımı) karşılaşmasıyla stad nefes alıp vermeye başladı. Topun arka bahçeye kaçtığı maçı hakem Ahmet Adem Göğdün yönetti. Maç 3 - 2 Beşiktaş'ın galibiyetiyle sona erdi. Staddaki ilk golü de 40. dakikada daha sonra Beşiktaş Kulübü'ne başkan seçilen sağ açık Süleyman Seba atmıştı. Beş milyon Türk Lirası'na mal edilen stad o günlerde 16 bin kişilikti. Ama kapasitesi ileriki yıllarda önce 38 bine, ardından 43 bine çıkarıldı. Daha sonra UEFA'nın yeni kriterleriyle 30 binin altına indi.
Stadın bir özelliği de adının sık sık siyasete karışması. CHP'nin tek başına iktidarda bulunduğu iki partili dönemde Milli Şef İnönü ile adaş oldu. Ama Demokrat Parti'nin 14 Mayıs 1950'de tek başına iktidara gelmesinin ardından 1 Ekim 1950'de yeni bir ad verildi: Dolmabahçe. 27 Mayıs 1960'taki askeri darbeden sonra 13 yıl boyunca Mithat Paşa'nın adaşı olan stad, 1973'te ilk adına yeniden kavuştu. Dünya Güreş Şampiyonası'ndan Avrupa Basketbol Şampiyonası'na, Avrupa Profesyonel Boks Şampiyonluğu maçından uluslararası binicilik yarışmalarına ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenlerine kadar birçok etkinliğe sahne oldu İnönü Stadı. Örneğin 8 Mayıs 1948'de İstanbul - Stockholm güreş karşılaşması spor yazarı Adnan Akın tarafından Hürriyet Gazetesi'nde şu sözlerle özetlenmişti: "Sahada kimler yoktu. Futbol Federasyonu asbaşkanından saha ve tesisler müdürüne ve Taksim'deki namlı bir köfteciye kadar hepsinin göğsünde bir kokart vardı. Demek ki bu kokart da çok ucuzlamış. Son iki maç, Havagazı Şirketi'nin ve stadyumun soyunma odalarındaki elektrik ziyası (ışığı) altında çimen sahanın ortasındaki güreşçilerin çalışmaları görünmez bir halde devam ederken neticeler ancak spikerin sözlerinden anlaşılabildi. Sonuçta İstanbul karması Stockholm karmasını 6 - 2 yendi."
16 Nisan 1950'de Milli Eğitim Mükafatı müsabakaları büyük bir kalabalık önünde yapıldı. Kulüplerin talebiyle, devletin elindeki milyonluk bütçeye sahip bulunan İstanbul Radyosu'nun "sporumuza hiçbir yardımda bulunmadığı" gerekçesiyle maçların radyodan yayınlanmasına izin verilmedi. Bu yüzden hıncahınç dolu stadda oynanan maçlarda Galatasaray Vefa'yla, Fenerbahçe Beşiktaş'la 1-1 berabere kaldı. Ertesi hafta kulüpler maçların sadece ikinci devresinin radyodan yayınlanmasına izin verdi ve bu uygulama uzun zaman sürdü.
Macar futbolunun yıldızları Puskas ve Kocsis'ten İspanyol Gento'ya, Brezilyalı Pele ve Hollandalı Cruyff'tan Alman Beckenbauer ve Müller'e, İtalyan Riva ve Rivera'ya kadar dünyanın en büyük futbol yıldızlarının oynadığı sahaya 15 Ocak 1951'de Hürriyet adlı fil de ayak bastı. Pakistan'ın dostluk nişanesi olarak Türk milletine armağan ettiği ve Loredan adlı gemiyle İstanbul'a getirilen Hürriyet, Beşiktaş - Austria ve Fenerbahçe - Vefa karşılaşmalarından önce sahada gezdirildi. Fil halkın arzusu üzerine tribünler önünden iki kez geçirildi ve adeti olduğu üzere hortumunu kaldırarak seyircileri selamladı.
20 Ocak 1952'de Beşiktaş ile Arjantin takımı Lanus arasındaki oyun çok ağır bir zeminde oynanmıştı. Futbolcuların seke seke sahaya çıkabildiği maçı 5 - 2 Beşiktaş kazandı. Lanus Türkiye'ye gelirken Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron'un eşi tarafından gönderilen ve Eva Peron'un adını taşıyan bir gümüş kupa da getirmişti. Gırtlak kanserine yakalandığında iyileşmesi için Şişli Camii'nde mevlit okutulmasından çok duygulanan Eva Peron, kupayı Lanus'un Türkiye turnesinde oynayacağı son karşılaşmanın galibine verilmesi için göndermişti. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş ile birer karşılaşma oynayan Lanus'un karşısına son olarak çekilen kura sonucu Fenerbahçe çıktı. Sulhi Garan'ın yönettiği maçın ilk yarısını Fenerbahçe 3 - 0 önde bitirince Arjantin takımı ikinci yarıya çıkmak istemedi. Bunun üzerine şeref tribününden karşılaşmayı izleyen Arjantin Futbol Federasyonu Genel Sekreteri Antonio Rotilli soyunma odasına gidip Lanuslu futbolcuları oyuna devam etmeleri için ikna etti ve karşılaşmayı 3 - 2 kazanan Fenerbahçe, Eva Peron Kupası'nı müzesine götürdü.
Stad ilk yabancı hakemle 10 Şubat 1952'de tanıştı. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray'ın bütün giderlerin kendilerince karşılanması kaydıyla aralarındaki maçları yabancı hakemlerin yönetmesine ilişkin talebi kabul edilince, o gün oynanan Beşiktaş - Fenerbahçe karşılaşmasını İtalyan hakem Silvano Ermano yönetti ve olaysız geçen maç 1 - 0 Beşiktaş'ın galibiyetiyle bitti. Karşılaşmayı çok iyi yöneten Ermano maçtan sonra sahanın dünyada görülmeyecek derecede fena olduğunu söyleyip "Bir çimen hatta, toprak futbol sahasında bu kadar maç yapmak günahtır" dese de aldıran olmadı. Bir buçuk ay sonra, 22 Mart 1952'de Fenerbahçe ile Yunanistan'ın Apollon takımı arasında oynanan maçın 75. dakikasında, deniz tarafındaki Fenerbahçe yarı sahasında Donanma Kamil topa kafayla vurdu ve yere inmesiyle birlikte ayağının altındaki toprak çöküverdi. Ama Donanma Kamil atik bir hareketle çukura düşmekten kurtuldu. Sahanın drenajının altındaki eskimiş beton künklerden biri kırılmış, drenajla birlikte toprak da göçüvermişti. Hakem Sulhi Garan oyunu durdurdu, göçük kum ve takozlarla dolduruldu ve maç devam etti.
Sahadaki olayların skor tabelasına yansıdığına bile tanık oldu bu stad. 11 Ocak 1953'te Galatasaray - Beykoz arasındaki karşılaşmanın 83. dakikasında Galatasaray'ın attığı golün önce geçerli sayılması, sonra iptal edilmesiyle başlayan ve sahaya seyircilerin girmesiyle süren olaylar sırasında Beykozlu bir futbolcu skor levhasındaki Galatasaray'ın hanesine konan 2'yi kaldırıp 1'i yerleştirdi. Olaylar sonunda muşta darbesiyle yaralanan Galatasaraylı Naci, Gureba Hastanesi'ne kaldırıldı, oyun yarım kaldı ve 11 kişi gözaltına alındı.
İnönü Stadı dostluğa ve İstanbul'un kültüründen izler taşıyan maçlara da sahne olmuştu. Örneğin 6 Ocak 1954'te Galatasaray'ın Beyoğluspor'u 4-3 yendiği maç Yortu nedeniyle oynanmıştı.
Stadyumdaki en acı olaylardan biri 28 Nisan 1954'te gerçekleşti. Galatasaray - Emniyet maçının ikinci devresinin 29. dakikasında fenalaşarak sahadan çıkan Emniyet santraforu İlkyardım Hastanesi'ne kaldırılırken öldü. Çok iyi bir desinatör olan 27 yaşındaki İtalyan asıllı Aldarica (Aldo) Segala'nın ölüm nedeni maçtan önce bol miktarda paskalya yumurtası yiyerek oyuna tok karınla girmesi ve bu yüzden zehirlenmesiydi.
19 Şubat 1956'da Türkiye'nin dönemin efsanesi Macaristan Milli Takımı'nı 3-1 yenmesi, 10 Haziran 1959'da Metin Oktay'ın attığı bir şutla Fenerbahçe'nin koruduğu deniz tarafındaki kalenin ağlarını yırtması kadar tarihi bir olay da 3 Temmuz 1960'ta gerçekleşti. 27 Mayıs darbesinin ardından düzenlenen Cemal Gürsel Kupası'nın finalinde tunçtan yapılmış ve üniversiteli bir genç, bir asker ve Orgeneral Cemal Gürsel kompozisyonu olan 1.20 boyundaki ve 80 kilo ağırlığındaki kupayı Lefter'in attığı golle Fenerbahçe 1-0 kazandı.
Stadyumdan naklen gerçekleştirilen ilk televizyon yayınıysa 12 Kasım 1961 tarihinde gerçekleşti. O yıllarda deneme yayını yapan İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu, Türkiye - Sovyetler Birliği milli maçını Taşkışla'daki üniversite binasının damına konan kamera tarafından görüntüleyerek yayımladı. Televizyondaki ses yayınıysa aynı anda radyoda maçı anlatan Halit Kıvanç'ın sesinin televizyona da aktarılmasıyla gerçekleştirildi. Ancak Kıvanç maçı radyoda anlatırken sesinin televizyondan yayımlandığından habersizdi. Stada konan kameralar aracılığıyla naklen yayımlanan ilk karşılaşmaysa 1 Mayıs 1966'da oynanan ve 0-0 biten Beşiktaş - Fenerbahçe maçıydı. İlk gece maçıysa 28 Mart 1962'de oynandı. 1939 yılında Taksim Stadı'nda çok ilkel koşullarda oynanan gece maçlarından 22,5 yıl sonra büyük masraflarla kurulan ışıklandırmanın sahaya iyi ayarlananamaması yüzünden seyircilerin ve futbolcuların gözü kamaştığından maç zevksiz geçti. Işıkların direnciyle elektrik gücünün iyi ayarlanamamasından ötürü lambaların birer,ikişer sönmesi başka bir tatsızlıktı. Oyunun topu, kolay farkedilsin diye beyazdı. Bu arada hakem Semih Zoroğlu'nun da beyaz saçlı olması yüzünden tribünlerde şu espri yapıldı: "Federasyon kolay farkedilsin diye beyaz saçlı gece maçı hakemi görevlendirmiş."
Bir başka tarihi olay 23 Ağustos 1969'da yaşandı. Milli Takımın ve Galatasaray'ın unutulmaz golcüsü Metin Oktay, Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanan jübile maçıyla futbola burada veda etti. 1-1 biten maçta bir ara Metin Oktay ve Can Bartu forma değiştirip hayatlarında ilk ve son kez ezeli rakiplerinin formasıyla kendi takımlarına karşı oynadılar.
Kadrosunda ünlü futbolcu Pele'yi de bulunduran Brezilya'nın Santos takımı 2 Mayıs 1972'de özel maçta Fenerbahçe ile karşılaştı. Giderler hariç 25 bin dolar karşılığında sahaya çıkan Santos'u izlemek isteyenlerin çok fazla olması yüzünden saha kenarına portatif tribünler kuruldu. 43 bin 275 biletli seyircinin izlediği karşılaşmayı Santos 6-1 kazandı.
10 Nisan 1978'de kuruluşunun 75. yılını kutlayan Beşiktaş'ın davetlisi olarak İstanbul'a gelen Fransız şarkıcı Dalida, Beşiktaş-Fenerbahçe lig maçından önce stada çıktığında Fenerliler onun şarkısını söylemeye başladı: "Salmaya salama / Fener koyar, ağlama." Dalida ikinci bölümü anlamasa da bu "sevgi" gösterisine yanıt vermek için Fenerbahçe tribünlerinde koştuğunda kafasından aşağıya meyve suyu kutuları yağıverdi.
Türkiye'nin İngiltere'ye 0-8 yenilmesine de, birçok büyük galibiyete de sahne olan stadın yedek kulübelerinde Didi'den Helmut Schön'e, Jupp Derwall'den Parreira'ya kadar birçok ünlü teknik direktör oturdu; skor tabelası, Macaristan Milli Takımı'ndan Manchester City'ye kadar birçok güçlü takımın hayal kırıklığını tescil etti. Tribünlerindense "Futbol asla sadece futbol değildir" diyen milyonlarca insan gelip geçti. O kadar ki çeyrek yüzyıl öncesine kadar maç günlerinde belediye otobüslerinin biletçileri Dolmabahçe durağına yaklaşırken "Evet hastane... İnecek var mı" diye sorardı. Bazı büyük maçlardan önce girebilmek için gece önünde yatılan stadın sonsuz sadakatini orayı hiç görmeyen birçok futbolsever dahi "İyi günler sayın seyirciler burası..." diye başlayan naklen yayın anonsuyla hissetmiştir.
Futbolla hiç ilgilenmeseniz de yolunuz oradan geçtiğinde boş olsa bile bir göz atın oraya. Gelip geçen binlerce formadaki rengin, hüzün ve sevinci başlatan düdük seslerinin kuytuluklarına sindiğini fark edeceksiniz.
Nihayet 27 Kasım 1947'de oynanan Beşiktaş - AIK (İsveç takımı) karşılaşmasıyla stad nefes alıp vermeye başladı. Topun arka bahçeye kaçtığı maçı hakem Ahmet Adem Göğdün yönetti. Maç 3 - 2 Beşiktaş'ın galibiyetiyle sona erdi. Staddaki ilk golü de 40. dakikada daha sonra Beşiktaş Kulübü'ne başkan seçilen sağ açık Süleyman Seba atmıştı. Beş milyon Türk Lirası'na mal edilen stad o günlerde 16 bin kişilikti. Ama kapasitesi ileriki yıllarda önce 38 bine, ardından 43 bine çıkarıldı. Daha sonra UEFA'nın yeni kriterleriyle 30 binin altına indi.
Stadın bir özelliği de adının sık sık siyasete karışması. CHP'nin tek başına iktidarda bulunduğu iki partili dönemde Milli Şef İnönü ile adaş oldu. Ama Demokrat Parti'nin 14 Mayıs 1950'de tek başına iktidara gelmesinin ardından 1 Ekim 1950'de yeni bir ad verildi: Dolmabahçe. 27 Mayıs 1960'taki askeri darbeden sonra 13 yıl boyunca Mithat Paşa'nın adaşı olan stad, 1973'te ilk adına yeniden kavuştu. Dünya Güreş Şampiyonası'ndan Avrupa Basketbol Şampiyonası'na, Avrupa Profesyonel Boks Şampiyonluğu maçından uluslararası binicilik yarışmalarına ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenlerine kadar birçok etkinliğe sahne oldu İnönü Stadı. Örneğin 8 Mayıs 1948'de İstanbul - Stockholm güreş karşılaşması spor yazarı Adnan Akın tarafından Hürriyet Gazetesi'nde şu sözlerle özetlenmişti: "Sahada kimler yoktu. Futbol Federasyonu asbaşkanından saha ve tesisler müdürüne ve Taksim'deki namlı bir köfteciye kadar hepsinin göğsünde bir kokart vardı. Demek ki bu kokart da çok ucuzlamış. Son iki maç, Havagazı Şirketi'nin ve stadyumun soyunma odalarındaki elektrik ziyası (ışığı) altında çimen sahanın ortasındaki güreşçilerin çalışmaları görünmez bir halde devam ederken neticeler ancak spikerin sözlerinden anlaşılabildi. Sonuçta İstanbul karması Stockholm karmasını 6 - 2 yendi."
16 Nisan 1950'de Milli Eğitim Mükafatı müsabakaları büyük bir kalabalık önünde yapıldı. Kulüplerin talebiyle, devletin elindeki milyonluk bütçeye sahip bulunan İstanbul Radyosu'nun "sporumuza hiçbir yardımda bulunmadığı" gerekçesiyle maçların radyodan yayınlanmasına izin verilmedi. Bu yüzden hıncahınç dolu stadda oynanan maçlarda Galatasaray Vefa'yla, Fenerbahçe Beşiktaş'la 1-1 berabere kaldı. Ertesi hafta kulüpler maçların sadece ikinci devresinin radyodan yayınlanmasına izin verdi ve bu uygulama uzun zaman sürdü.
Macar futbolunun yıldızları Puskas ve Kocsis'ten İspanyol Gento'ya, Brezilyalı Pele ve Hollandalı Cruyff'tan Alman Beckenbauer ve Müller'e, İtalyan Riva ve Rivera'ya kadar dünyanın en büyük futbol yıldızlarının oynadığı sahaya 15 Ocak 1951'de Hürriyet adlı fil de ayak bastı. Pakistan'ın dostluk nişanesi olarak Türk milletine armağan ettiği ve Loredan adlı gemiyle İstanbul'a getirilen Hürriyet, Beşiktaş - Austria ve Fenerbahçe - Vefa karşılaşmalarından önce sahada gezdirildi. Fil halkın arzusu üzerine tribünler önünden iki kez geçirildi ve adeti olduğu üzere hortumunu kaldırarak seyircileri selamladı.
20 Ocak 1952'de Beşiktaş ile Arjantin takımı Lanus arasındaki oyun çok ağır bir zeminde oynanmıştı. Futbolcuların seke seke sahaya çıkabildiği maçı 5 - 2 Beşiktaş kazandı. Lanus Türkiye'ye gelirken Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron'un eşi tarafından gönderilen ve Eva Peron'un adını taşıyan bir gümüş kupa da getirmişti. Gırtlak kanserine yakalandığında iyileşmesi için Şişli Camii'nde mevlit okutulmasından çok duygulanan Eva Peron, kupayı Lanus'un Türkiye turnesinde oynayacağı son karşılaşmanın galibine verilmesi için göndermişti. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş ile birer karşılaşma oynayan Lanus'un karşısına son olarak çekilen kura sonucu Fenerbahçe çıktı. Sulhi Garan'ın yönettiği maçın ilk yarısını Fenerbahçe 3 - 0 önde bitirince Arjantin takımı ikinci yarıya çıkmak istemedi. Bunun üzerine şeref tribününden karşılaşmayı izleyen Arjantin Futbol Federasyonu Genel Sekreteri Antonio Rotilli soyunma odasına gidip Lanuslu futbolcuları oyuna devam etmeleri için ikna etti ve karşılaşmayı 3 - 2 kazanan Fenerbahçe, Eva Peron Kupası'nı müzesine götürdü.
Stad ilk yabancı hakemle 10 Şubat 1952'de tanıştı. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray'ın bütün giderlerin kendilerince karşılanması kaydıyla aralarındaki maçları yabancı hakemlerin yönetmesine ilişkin talebi kabul edilince, o gün oynanan Beşiktaş - Fenerbahçe karşılaşmasını İtalyan hakem Silvano Ermano yönetti ve olaysız geçen maç 1 - 0 Beşiktaş'ın galibiyetiyle bitti. Karşılaşmayı çok iyi yöneten Ermano maçtan sonra sahanın dünyada görülmeyecek derecede fena olduğunu söyleyip "Bir çimen hatta, toprak futbol sahasında bu kadar maç yapmak günahtır" dese de aldıran olmadı. Bir buçuk ay sonra, 22 Mart 1952'de Fenerbahçe ile Yunanistan'ın Apollon takımı arasında oynanan maçın 75. dakikasında, deniz tarafındaki Fenerbahçe yarı sahasında Donanma Kamil topa kafayla vurdu ve yere inmesiyle birlikte ayağının altındaki toprak çöküverdi. Ama Donanma Kamil atik bir hareketle çukura düşmekten kurtuldu. Sahanın drenajının altındaki eskimiş beton künklerden biri kırılmış, drenajla birlikte toprak da göçüvermişti. Hakem Sulhi Garan oyunu durdurdu, göçük kum ve takozlarla dolduruldu ve maç devam etti.
Sahadaki olayların skor tabelasına yansıdığına bile tanık oldu bu stad. 11 Ocak 1953'te Galatasaray - Beykoz arasındaki karşılaşmanın 83. dakikasında Galatasaray'ın attığı golün önce geçerli sayılması, sonra iptal edilmesiyle başlayan ve sahaya seyircilerin girmesiyle süren olaylar sırasında Beykozlu bir futbolcu skor levhasındaki Galatasaray'ın hanesine konan 2'yi kaldırıp 1'i yerleştirdi. Olaylar sonunda muşta darbesiyle yaralanan Galatasaraylı Naci, Gureba Hastanesi'ne kaldırıldı, oyun yarım kaldı ve 11 kişi gözaltına alındı.
İnönü Stadı dostluğa ve İstanbul'un kültüründen izler taşıyan maçlara da sahne olmuştu. Örneğin 6 Ocak 1954'te Galatasaray'ın Beyoğluspor'u 4-3 yendiği maç Yortu nedeniyle oynanmıştı.
Stadyumdaki en acı olaylardan biri 28 Nisan 1954'te gerçekleşti. Galatasaray - Emniyet maçının ikinci devresinin 29. dakikasında fenalaşarak sahadan çıkan Emniyet santraforu İlkyardım Hastanesi'ne kaldırılırken öldü. Çok iyi bir desinatör olan 27 yaşındaki İtalyan asıllı Aldarica (Aldo) Segala'nın ölüm nedeni maçtan önce bol miktarda paskalya yumurtası yiyerek oyuna tok karınla girmesi ve bu yüzden zehirlenmesiydi.
19 Şubat 1956'da Türkiye'nin dönemin efsanesi Macaristan Milli Takımı'nı 3-1 yenmesi, 10 Haziran 1959'da Metin Oktay'ın attığı bir şutla Fenerbahçe'nin koruduğu deniz tarafındaki kalenin ağlarını yırtması kadar tarihi bir olay da 3 Temmuz 1960'ta gerçekleşti. 27 Mayıs darbesinin ardından düzenlenen Cemal Gürsel Kupası'nın finalinde tunçtan yapılmış ve üniversiteli bir genç, bir asker ve Orgeneral Cemal Gürsel kompozisyonu olan 1.20 boyundaki ve 80 kilo ağırlığındaki kupayı Lefter'in attığı golle Fenerbahçe 1-0 kazandı.
Stadyumdan naklen gerçekleştirilen ilk televizyon yayınıysa 12 Kasım 1961 tarihinde gerçekleşti. O yıllarda deneme yayını yapan İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu, Türkiye - Sovyetler Birliği milli maçını Taşkışla'daki üniversite binasının damına konan kamera tarafından görüntüleyerek yayımladı. Televizyondaki ses yayınıysa aynı anda radyoda maçı anlatan Halit Kıvanç'ın sesinin televizyona da aktarılmasıyla gerçekleştirildi. Ancak Kıvanç maçı radyoda anlatırken sesinin televizyondan yayımlandığından habersizdi. Stada konan kameralar aracılığıyla naklen yayımlanan ilk karşılaşmaysa 1 Mayıs 1966'da oynanan ve 0-0 biten Beşiktaş - Fenerbahçe maçıydı. İlk gece maçıysa 28 Mart 1962'de oynandı. 1939 yılında Taksim Stadı'nda çok ilkel koşullarda oynanan gece maçlarından 22,5 yıl sonra büyük masraflarla kurulan ışıklandırmanın sahaya iyi ayarlananamaması yüzünden seyircilerin ve futbolcuların gözü kamaştığından maç zevksiz geçti. Işıkların direnciyle elektrik gücünün iyi ayarlanamamasından ötürü lambaların birer,ikişer sönmesi başka bir tatsızlıktı. Oyunun topu, kolay farkedilsin diye beyazdı. Bu arada hakem Semih Zoroğlu'nun da beyaz saçlı olması yüzünden tribünlerde şu espri yapıldı: "Federasyon kolay farkedilsin diye beyaz saçlı gece maçı hakemi görevlendirmiş."
Bir başka tarihi olay 23 Ağustos 1969'da yaşandı. Milli Takımın ve Galatasaray'ın unutulmaz golcüsü Metin Oktay, Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanan jübile maçıyla futbola burada veda etti. 1-1 biten maçta bir ara Metin Oktay ve Can Bartu forma değiştirip hayatlarında ilk ve son kez ezeli rakiplerinin formasıyla kendi takımlarına karşı oynadılar.
Kadrosunda ünlü futbolcu Pele'yi de bulunduran Brezilya'nın Santos takımı 2 Mayıs 1972'de özel maçta Fenerbahçe ile karşılaştı. Giderler hariç 25 bin dolar karşılığında sahaya çıkan Santos'u izlemek isteyenlerin çok fazla olması yüzünden saha kenarına portatif tribünler kuruldu. 43 bin 275 biletli seyircinin izlediği karşılaşmayı Santos 6-1 kazandı.
10 Nisan 1978'de kuruluşunun 75. yılını kutlayan Beşiktaş'ın davetlisi olarak İstanbul'a gelen Fransız şarkıcı Dalida, Beşiktaş-Fenerbahçe lig maçından önce stada çıktığında Fenerliler onun şarkısını söylemeye başladı: "Salmaya salama / Fener koyar, ağlama." Dalida ikinci bölümü anlamasa da bu "sevgi" gösterisine yanıt vermek için Fenerbahçe tribünlerinde koştuğunda kafasından aşağıya meyve suyu kutuları yağıverdi.
Türkiye'nin İngiltere'ye 0-8 yenilmesine de, birçok büyük galibiyete de sahne olan stadın yedek kulübelerinde Didi'den Helmut Schön'e, Jupp Derwall'den Parreira'ya kadar birçok ünlü teknik direktör oturdu; skor tabelası, Macaristan Milli Takımı'ndan Manchester City'ye kadar birçok güçlü takımın hayal kırıklığını tescil etti. Tribünlerindense "Futbol asla sadece futbol değildir" diyen milyonlarca insan gelip geçti. O kadar ki çeyrek yüzyıl öncesine kadar maç günlerinde belediye otobüslerinin biletçileri Dolmabahçe durağına yaklaşırken "Evet hastane... İnecek var mı" diye sorardı. Bazı büyük maçlardan önce girebilmek için gece önünde yatılan stadın sonsuz sadakatini orayı hiç görmeyen birçok futbolsever dahi "İyi günler sayın seyirciler burası..." diye başlayan naklen yayın anonsuyla hissetmiştir.
Futbolla hiç ilgilenmeseniz de yolunuz oradan geçtiğinde boş olsa bile bir göz atın oraya. Gelip geçen binlerce formadaki rengin, hüzün ve sevinci başlatan düdük seslerinin kuytuluklarına sindiğini fark edeceksiniz.
Not: Newsweek Türkiye' den alıntıdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder