22 Temmuz 2012 Pazar

Sen bir de Yusuf'u izleseydin!

   Futbol her ne kadar ayak ile oynanan bir spor olsa da bazı futbolcular var ki futbolun aslında sadece ayaklar ile oynanan basit bir oyun olmadığını gösterir.. Öyledir ki bu futbolcular herkesten önce düşünür , ani kararlar verir ve sanki gizli bir uzaktan kumanda ile topu istediği şekilde yönlendirirler... 


Futbolun virtüözleridir onlar hatta oyunun mistik tarafıdır bu oyuncular... Kitleler sırf onları izlemek için doldurur statları, onların yaptığı hareketleri yapmaya çalışır çocuklar , onlar gibi giyinip onlar gibi davranırlar.


Arjantin'de Maradona ve Messi ; Fransa'da Platini ve Zidane ; Brezilya'da Pele,Sokrates,Ronaldo ; Portekiz'de Eusebio ve Ronaldo ; Almanya'da Beckenbauer ; Romanya'da Hagi ; İngiltere'de George Best ve Gascoigne ; Hollanda'da Cruyff ve daha bir sürü ülkeden sayısız fenomen/virtüöz vardır... Yakın zaman için Türkiye'den Sergen Yalçın da bu listenin tek hakimidir ...


Ancak tüm bunlara rağmen Türk Futbolu'ndan bir oyuncu gelip geçmiştir ki hala onun yerini doldurabilecek bir yetenek daha bu topraklara gelmemiştir... YUSUF TUNAOĞLU...





Nesil farkı , geç dünyaya gelişimiz onun sihirli ayaklarının topa hükmedişini izleme şansımızı elimizden alsa da bizden önceki nesillerin anlattıklarıyla bile hem ona kızmış hem de böyle bir yeteneğin Beşiktaş'ın alt yapısından gelmesinden duyduğumuz gurur ile avunmuşuzdur..




...
1962-63 sezonunda fırtınalar kopar Beşiktaş'ta ... Tribünlerin bugünkü Quaresma'sı ya da Pascal'ı derecesinde sevdiği hatta onlar için beste yaptığı 2 oyuncusu " Şenol-Birol ( Gol )" Fenerbahçe'ye transfer olmuştur.. Herkes de bir heyecan ne olacak şimdi diye Baba Hakkı'ya dert yanarken ; o gayet sakindir :


- " Şenol'lar Birol'lar gider Sanlı'lar Yusuf'lar gelir " 



Ancak bu üzüntü çok sürmez.. Alt yapıdan yeni bir ikili çıkartılır .. Sanlı ve Yusuf. Bu gençlerden Yusuf'un tekniği Baba Hakkı'nın dikkatini fazlasıyla çeker...Yusuf ve Sanlı 17 yaşında olmasına rağmen A Takım'da kendilerine kısa sürede yer bulur.  Yusuf'un inanılmaz top tekniği vardır.. Babamın deyimiyle "zevkine çalım atar " , yorulmaz ve insanın eliyle bile atamayacağı noktalara 50-60 metreden ayağına topu kondururdu. Geçemeyeceği adam yoktu ama geçtiği zaman da rakibinde fıtığa sebebiyet verecek ters çalımlarıyla da rakip oyuncuların korkulu rüyasıydı.


Öyledir ki dönemin popüler kulübü Anderlecht'in dikkatini çeker Ordulararası Dünya Şampiyonası'nda. Turnuva bitimine anlaşır taraflar ama geçirdiği trafik kazası bu transferi önler.. Engel olan aslında basit bir trafik kazası değildir , yaşam şeklidir.


Tıpkı bazı türevleri gibi Yusuf da bu oyuna ihanet edenlerden olmuştur.. Yakışıklı oluşu kadınları çevresinden eksik etmezken , iyi niyetli oluşu kötü arkadaşlıklar edinmesine ve gece hayatı zincirinin son halkası alkole olan düşkünlüğü ile çok sürmez Yusuf'un yükselişi... Yavaş , yavaş dibe sürüklenir ve Altay'a transfer olur .. 


Ama Beşiktaş aşkıyla , pişmanlıklarıyla ; bir Altay - Beşiktaş maçında gösterir kendisini... Mükemmel oynamıştır o gün Yusuf ama 2 kez gol atabilecekken bugünkü tabir ile Güiza'nın bile kaçırmayacağı pozisyonları kaçırmıştır.             ( Atmamıştır yani bilerek anlayın işte... )
...


22 Temmuz 2000 tarihinde;  kalp krizi sonucunda aramızdan ayrıldı Yusuf Tunaoğlu.


Düzensiz yaşanan bir hayatın elinden aldığı virtüözler arasına girmiştir işte.. Futbolu dünya çapında olsa da  yaşantısı türk tadında bitmiştir... Ağızlara bir parça bal sürmüş , tadı damaklarda bırakmıştır... 


Eminim ki hepinizin Sergen gibisi gelmedi lafından sonra büyüklerinizden " Sen bir de Yusuf'u izleseydin  , onun gibisi bir daha gelmez" lafını duymuşsunuzdur.. İşte budur bu yazıyı yazdıran , aranızda hala Sergen'den daha iyisi gelmedi diyenler varsa eğer.


Nur içinde yat Yusuf Tunaoğlu , unutulmayacaksın... 




CleXus1903

3 Mart 2012 Cumartesi

109 yıllık sevda







1902'nin Kasım ayının ortalarıydı...

Serencebey'de bir evde toplanan gençler seslerini yükseltmemeye çalışarak heyecanlı bir şekilde konuşuyorlardı

-Hemen yarın kulübümüzü kuralım 
-Evet .. Fazla geç kalmayalım.Avrupa'da bunun benzerleri varmış. Beden Eğitiminin yöntemli bir şekilde yapılmasıyla güçlenebiliriz.
-Avrupa'da "Türk gibi kuvvetli" sözünü hatırlatabiliriz.


Acele edilmemesi gerektiğini savunanlar da vardı:
-Ne yapıyorsunuz ? Saraydan duyulursa yanarız.
-Bize zaman gerekli. Sayımızı çoğaltmanın yollarını arayalım.

Toplantıyı " Birkaç ay daha bekleyelim " diye erteliyorlar ve birbirlerine şu sözü veriyorlardı : 

"Ancak güvendiğimiz, sır çıkmayacağını bildiğimiz kişilere konuyu açalım. Bu arada çoğalmaya bakalım."

Toplantının duyulması sonları demekti. Çünkü o dönemde spor yapmak , hatta sporu tasarlamak bile suçtu. Toplantı yapılamazdı, iki kişi bir araya bile gelemezdi.

Aradan birkaç ay geçmişti. Bir avuç gencin sayısı 26'yı bulmuştu. 
Serencebey'de Medine-i Münevvere Muhafızı Şeyhülharem Osman Paşa'nın konağında toplandılar. Kararlarını vermişlerdi. 

Tarihler 3 Mart 1903'ü gösterdiğinde Osman Paşa oğlu Hüseyin Bereket , Mehmet Şamil, Ahmet Fetgeri ,Mehmet Ali Fetgeri , Nazım Nazif Ander , Fethi Bey , Behçet Bey , Haydar Bey , Şevket Cenani Bey , Mahmut Naci Bey ,Cami Baykurt ve Şerafettin Bey " Çok gizli " olmak kaydıyla kulübü kurdular ve şu adı koydular : " BEŞİKTAŞ BEREKET JİMNASTİK KULÜBÜ "

Daha bu isim siyasi irade ve dönem koşulları nedeniyle Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü olmuştur.

....

Semte getirilen futbol topu bile Beşiktaş Jimnastik Kulübü'ne futbolu ilk yıllarda sokamadı.

Ama gençler zamanını aralarında futbol oynayarak geçirmeye başlamışlardı.
1911 Ağustos ayında şu haber semte hızla yayıldı : 
" Gümrük memurlarından Elazizli Hacı Yusufzadelerden Mehmet Bey'in oğlu 17 yaşındaki Şeref Bey futbol kulübü kurmuş " 

Takımın adı Valideçeşme idi. Şeref Bey'in dışında Şair kazım , Asım , Selahattin , Doktor Mehmet , Askeri Hakim Hakkı Bey kadrodaydı

Bölgedeki diğer gençler de boş durmadılar.Münir Bey'in önderliğinde birleştiler.Nuri ve Rüştü kardeşler , Küçük Hakkı , Büyük Hakkı ,Ziya ,Hafız Mustafa ve Refik Osman bir araya gelerek "Basiret Takımı'nı" kurdular. Aralarında maçlar yaptılar , güçlendiler ve geliştiler.

Rekabeti bıraktılar. Karma kadrolar oluşturarak azınlıklarla iddialı karşılaşmalar yaptılar.Tatavla'nın Araks, Kadıköy'ün Barham ve Oresten takımlarıyla oynadılar.

Liderleri Şeref Bey'di . Bir gün yaptıkları toplantıda Şeref Bey , arkadaşlarına düşüncesini açıkladı : 

- "Beşiktaş'ın tek ve en güçlü kulübü Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü'dür.Ancak bir eksikleri var, o da futbol. Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü'ne katılalım. Böylece Galatasaray , Fenerbahçe ve Altınordu ile rekabete girebiliriz "

1911'in Aralık ayında Bereket ve Valideşme Kulüpleri Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü'nün çatısı altında birleştiler.

....

Tam 109 yıl öncesinde herşey böyle zor başlamıştı o gençler için. Bir taraftan ülkenin içindeki olanaksızlıklar , bir yandan siyasi iradenin baskıları ile geçen yıllarda onların tek düşüncesi vardı " Beşiktaş " .

Beşiktaş belki de onlar için bir çıkış noktasıydı.. Kendilerini ve bulundukları çevreyi ifade etme biçimleriydi. Padişaha karşı gelebilmeyi bile göze alabilecek bir ifade biçimi , bir yaşam şekliydi.

Şimdi ise bizim için bir yaşam biçimi. Değişmeyen ifade şeklimiz , hayata duruşumuz , hayatta sevdiğimiz yegane iki rengin sebebi Beşiktaş...

Babadan oğluna bir vasiyet gibidir Beşiktaş...

Karşılıksız aşkın simgesidir Beşiktaş...

Sevindiğimizde , üzüldüğümüzde , güldüğümüzde ya da  ağladığımızda sarıldığımız ; gözyaşlarımızı yanında akıtmaktan utanmadığımız belki de tek sevgilidir Beşiktaş...

En sıkıntılı anımızda 2 saatimizi kendisine çekerek bir nefestir hayata dair Beşiktaş...

Kızsak bile atamayız onu içimizden. Ne kadar kızgın da olsak  sözümüzü söyler , bağırır çağırır ama yine de ilk ona sarıldığımız; yaramaz çocuğumuzdur Beşiktaş...

Babadan oğluna bir vasiyet gibidir Beşiktaş...

Kimi zaman Azrail'in aynadaki yansımasıdır ; korkutur , o an öldürecek sanırız ama yine de ondan kaçamadığımız en büyük korkumuzdur Beşiktaş... 

Bazen sessiz çığlıklarımızdır içimizde büyütüp, sakladığımız ; 

Bazen de hayata isyanımız olur dökülür dudaklarımızdan arşa kadar Beşiktaş... 

İster sevgilim ol , ister çocuğum , ister bir nefes ister de son nefesime sebep Azrail'im... 

Sevincinle,üzüntünle ;

BEŞİKTAŞ'IM NİCE SENELERE !.. 



CleXus1903

19 Şubat 2012 Pazar

Masal masal Demirören

2002-2003 sezonu Beşiktaş'ın 100.yılıdır. S.Bilgili başkanlığında ve G.Saray'dan Fatih Terim sevdalılar tarafından yollanan Lucescu yönetiminde takım şampiyonluğa ulaşmıştır.


Ertesi sezon ligin ilk yarısı en yakın rakibine 8 puan ( kimilerine göre 11 ) fark atılmış , herkes tarafından şampiyon ilan edilmiş bir takım vardır.. 


Ne olduysa o sezonun ikinci yarısı olur ve takım bir anda ciddi bir düşüşe geçer , öyle ki süreç sonunda takım şampiyonluktan olduğu gibi başkanı "kızına küfür edildiği " gerekçesiyle istifa ederken , Lucescu Türk Futbolu'nu siyasi bir yaklaşımla " Çavuşesku Dönemi'ne " benzetip kaçarcasına gitmiştir.


Bir başkan lazımdır... Ve Yıldırım Demirören ;  "İstanbul'un Fethi'nin olduğu gün olan 29 Mayıs günü Beşiktaş'ı demokratik yollardan feth etmiş(!) , Beşiktaş'ı "masallar diyarının en gözde başkenti " yapma sürecini başlatmış olmuştu.






Ne başkan ama !..


Tam 8 yıldır başkanlık yapan Yıldırım Demirören ; bu süreçte 8 teknik direktör eskitme başarısını göstermiş bir başkan...


Ortalama her sezona bir teknik adam - Ciddi istikrar - (İspanyol ,Alman, Portekiz,Fransız ve Türk hocalar..) 




Her yeni gelenin arkasında duran , hatta kendisi başkan olduğu sürece teknik adamların bir yere gitmeyeceğini söyleyen ancak her defasında kendisine hakim (!) olamayarak görevlerine son veren bir başkan...


Kimine yüklü tazminatlar öderken , kimine daha gelmeden " ben oldukça o bu kapıdan giremez " gibi iddialı acıklamalarını da yeme başarısını gösteren bir başkan... (en büyük başarısını bu  teknik adam ile yaşadı )


Hatta kimisi görevdeyken istifasını versin diye başka teknik adamlar ile görüşebilecek bir karakterde başkan...




Mali Tablo...


29 Mayıs 2004 yılında göreve geldiğinde borç 30 milyon TL 


2012 yılında ise borç 450 milyon TL (bilinen)


8 senede borcu 15 kat arttırabilmek - Ciddi istikrar - 


100 milyon TL ise kendisine yarattığı bir borç da cabası ( Bonkör başkan )


Ancak giderse 100 milyon TL'sini "çatır çatır alırım " diyebilecek kadar da kulübüne bağlı (!) bir başkan..( Haksız değil çocuklarının parası )


Halka açık bir şirket olan Beşiktaş'ın ;  hisselerinin %37 sini satmış bir başkan.. ( kime gitti acaba ? ) 


Fulya projesinden gelecek gelirin 2017'ye kadar kırdırılmış , yıllarca oradan gelir sağlayamama başarısını ortaya koyduğu proje dehasına sahip bir başkan... (Gelirlerin ipotek altına alınması da cabası ) 


Kasanın tam-takır olmasının neticesinde oyuncularına ödeyemediği ücretler ve onun neticesinde oyuncuların Fifa'ya başvurma zorunluluğunu sağlayan bir başkan... 


Şu an itibariyle özsermaye baz alındığında eksileri gören iki kulüpten biri olan takımın başında olan bir başkan... ( diğeri Ankaragücü )


Futbolcular...


8 yılda 84 futbolcu... 


Ortalama her sezona 10 futbolcu ( 1 takım )


Ferrari , Tabata , Nihat ,Delgado gibi futbolculara ödenen yüksek bonservis bedelleri ... Bunlar yetmez gibi yollanırken bedelsiz ya da ödenen tazminatlar ile borca katkı sağlayan bir başkan


Quaresma , Guti , Simao ,Almeida, Ricardinho  vb yıldız oyuncuları takıma alıp tribünlerin gözünü boyayan bir başkan...


84 transferden kar sağladığı tek transfer John Carew... - mucize başkan -  


Masal Masal Demirören... 


Her transfer sezonu özlenen takımı kuracağını söyleyip , devre bittiğinde teknik adamlarını yollayan , sezon bitimi takımı sil baştan yaratıp bir stad yıkan  ( stad sağlam ) , Avrupa Kupaları'nda başarıdan başarıya koşma sözü veren bir başkan...






Tribünleri temizleyeceğini söyleyip beslediklerini ; gerçek taraftara saldırtacak kadar , yıldız transferler ile taraftarların gözünü boyamayı başaran hatta çıldırtan " büyük başkan " ...






Masaya yumruğunu her defasında vurup daha sonra o masadan özür dileyen insancıl (!) bir başkan... 






Yeri geldiğinde " kulüplerin başkanı " yeri geldiğinde ezeli rakibinin ceza almasını önlemek için Avrupa Kupaları'na gitmemeyi göze alıp başkanlığına soyunan " tarafsız bir başkan " 






Ve şimdi Beşiktaş'taki misyonunu tamamladığını düşünmüş olmalı ki hedefini büyüterek Türk Futbolu'nun başına geçmeyi hayal ediyor... 


Geçmiş olsun Beşiktaş'lı!.. 


Başın sağolsun Türk Futbolu !.. 



CleXus1903





25 Temmuz 2011 Pazartesi

SİYASETİN OYUNU FUTBOL

   Futbol ;  binlerce yıl önce Çinliler tarafından keşfedildiğinde  ya da İngilizler bu oyuna 19.yy.’da kuralları koyarken ve tüm dünyayı etkisi altına alıp  ele geçirdiğinde , sadece basit bir oyundu. Bu basit oyun ülkelerin sınırları değişse de savaşlar  çıksa da asla popülerliğini kaybetmedi. Üstelik barış elçiliği rolünü de çok da iyi üstlendi.
   
    Kimi zaman da tarihe damgasını vurmuş liderlerin bir çıkış yolu olarak da kendisini kullandırdı. Öyle ki Mussolini , Hitler , Franco bunu en iyi kullanan liderlerdendir. Bu liderler iktidar olmalarının verdiği hırsla; futbolun kitleler üzerindeki etkisini kullanmışlardır. Mussolini zamanında inşa edilen ve bugün adı  Roma Olimpiyat Stadı olarak bilinen stadyuma 1930’daki açılışında Mussolini’nin partisinden gelen “Faşist Parti“ isminin stada verilmesi , Franco’nun  bir zamanlar  İspanya’da kurduğu diktatörlüğü sırasında  Real Madrid ile özdeşleşmesi , Hitler’in ari ırkın üstünlüğüne dair düşüncesini futbolda da pekiştirme arzuları (…) ; hep futbolun kitleleri sürüklemesinden faydalanan dönemin liderlerinin kullandıkları yollardan bazılarıydı.
   
    Günümüze kadar gelinen süreçte çeşitli yer ve zamanlarda karşımıza kitlelerin peşinde koştuğu bir oyun olarak ortaya çıkan futbol ;  diğer spor dallarından farklı bir gelişim gösterdi .Öyle ki sokak aralarında oynanan bu temiz oyun gelişti, milyar dolarların konuştuğu bir sektör halini aldı. Artık futbol sadece futbol değildi. Bu sektör kendisini endüstri dallarının en tepesine yerleştirirken ;  televizyon yayınları , ürün pazarlama ,reklam gelirleri ve hatta bahis sektörünü de içine katarak zapt edilmesi imkansız bir canavara dönüştü.
    
    İş bu noktadan sonra oyun olmaktan çıkıp siyasilerin , mafyaların , işadamlarının hakimiyet savaşına dönüştü. Kolay değil elbette ; bu kadar büyük paradan herkes nemalanmak ister , gerektiğinde kendisine menfaat sağlamak amacı güderek aynı zamanda parasına para katmanın bir yolu olarak futbolu seçer.
   
    En basit örneği ile bugün Türkiye’de bilhassa büyük kulüplerin başkan ve yöneticiliğini yapan kişiler ;  futbol üzerinden kişisel menfaatlerini bir bir sağlamaktadır. Kısacası futbolun türk insanı üzerindeki büyüleyici etkisini fark edenler , bundan faydalanmak gayesiyle kulüpleri bir bir ele geçirdiler. Belki de herhangi bir işadamı olarak devlet erkanının yanına bile yaklaşamazlarken ; kulüplerin büyüklüğü ve bulundukları mevkiler sayesinde kendi işlerini devlet üzerinden ya da siyasilere yakınlaşmaları neticesinde bir çırpıda halledebiliyorlar..
    
    Ya da ; kirli işlere bulaşan kişiler kara para aklama yoluna futbol üzerinden de gidebiliyor. Buna en güzel örnek Chelsea’yi satın alan  Roman Abramovich verilebilir.Kendisi bilindiği gibi Rusya’nın en büyük mafyalarındandır ancak Putin tarafından üstü çizildiği için  rotasını Rusya dışına çevirmek zorunda bırakılmıştı. O da bir futbol kulübü alarak hem kirli parasını akladı hem de bu sektörden nemalanma şansını yakaladı.

    Bunların haricinde  sektörün bugün nasıl bir tehlike haline geldiğinin en güzel somut örneğini kısa bir süreden beri ülkemizde yaşamaktayız. Paranın futbola egemenlik üssü inşaa ettiği yıllardan itibaren bugüne kadar ki çeşitli zaman dilimlerinde ortaya atılan şike iddiaları , kanıtlanamayan ya da üstü kapatılan şüpheli maçlar,herhangi bir takımın şampiyonluk uğruna onurundan , gururundan ,şerefinden vazgeçmek pahasına yaptığı şikeler-teşvikler ;  hep Türk İnsanı’nın içine futbolun temiz olmadığı gerçeğini düşürüyordu. 3 Temmuz 2011 tarihinden itibaren yaşananlar ve olası yaşanılacak süreçler düşünüldüğünde Türk Futbolu’nun  nasıl bir pislik içinde yüzdüğünü gözler önüne nihayet somut bir biçimde serdi.
    
    Peki gerçekten de bu operasyonlar sonunda Türk Futbolu temizlenecek mi ? Ya da amaç Türk Futbolu’nu mu temizlemek ? Olaylar silsilesi takip edildiğinde her geçen gün bunun temiz futbol operasyonu olmasından çok,  birilerinin Türk Futbolu’na yön vermek ya da başka bir deyişle Türk Futbolu’nun elinde tuttuğu parasal kaynağın tekeli olmak arzusunda olduğu şüphesini doğurmakta.
    
    Öyle ya ; 5 sene boyunca Türkiye Süper Ligi’nin isim sponsoru olan Turkcell ,bir anda çekildiğini açıklayıp bundan sonra devletin bir teşkilatı olan Spor Toto’nun sponsor olacağı açıklandı. Aynı şekilde Türkiye Kupası isim sponsorluğu hakkının sahibi olan Fortis ; nedensiz bir şekilde çekilip yerini Devlet Bankası olan Ziraat Bankası’na bıraktı.
    
    Başka bir açıdan bakalım. Tutuklu olarak yargılanmasına karar verilen kişilere mesela. Ne enteresandır ki birkaç senedir ihaleler konusunda birbiriyle yarışan ve bir devlet büyüğünün damadının CEO’luğunu yaptığı firmaya bir tek ihale bile kaptırmayan ikili. Aziz Yıldırım ve Serdal Adalı.
   
    Ya da gözaltına dahi alınmayan kişiye bakalım. Emre Belezoğlu. Hani meşhur Pensilvanya’dan vaaz verenin sevdiği kişilerden ve bunu söylemekten de çekinmeyen futbolculardan olan. Kendisi operasyondan 2 ay önce bir futbolcuya mesajlar atıp ,kötü oynamasını , kendisini takımına aldıracağını açık bir dille ifade etmesine rağmen şuana kadar ki dalgalarda gözaltına alınmaması bir tarafa ,ismi gündeme bile gelmedi.
    
    Biraz daha tırtıklamaya devam. Hatırlarsınız Galatasaray’ın stadyum açılışında başbakana tepkilere engel olamayan Adnan Polat ve ekibi bir anda başbakanın gözünden düştü. Çok geçmeden camiası tarafından(!) o koltuktan alaşağı edildi. Enteresan değil mi ?
    
    Ya da biraz daha geriye gidelim. 2010 yılında yapılan Beşiktaş’ın başkanlık seçimlerine. Adaylar kimlerdi ? Yıldırım Demirören ve babası iktidar partisine yakınlığı ile bilinen Murat Aksu. Seçim sonucu Yıldırım Demirören’in başarısı ile bitmiş gibi gözükse de ,  aslında bu sonuç şu anda yenilenmesi muamma bir halde olan stadyum projesinin önüne setler çekilmesine sebep oldu. Sırf stadyum kaymasın (!) diye.
    
    Haydi diyelim ki söz konusu 4-5 kulüp düşürüldü. Bunda en büyük zararlardan birini kim görecek ? Tabii ki yayıncı kuruluş olan Lig TV.  Bu takımlar düşürüldüğü zaman olacak olanları da sıralarsak ;
1-Yayıncı kuruluş düşen takım taraftarlarının ; Digitürk receiverlarını  iadesi sonucu, maddi zarara uğrayacak.
2- Kaynak aktarma sorunu yaşayacak.
3- Sonunda çekilmek zorunda kalacak.
    
    Hali hazırda Bank Asya 1.Lig yayın hakları zaten devlet televizyonunda , Süper Lig maçlarının yayın hakları da  birilerinin elinde tuttuğu kanallardan birine neden gitmesin ?
    
    Durumun ciddiliği göz korkutmaya yetiyor. Korkum odur ki ; söz konusu bazı futbol ulemalarının da dediği gibi Türkiye’de futbol bu operasyon sonunda  temizlenmeyecek aksine maalesef  birilerinin elinde oyuncak haline gelecek.Ve her daim siyasetin bir şekilde kıyısından köşesinden bulaştığı  ülke futbolu ; bu sefer tamamen siyasetin oyunu haline gelecek.

16 Ekim 2010 Cumartesi

67 YILLIK TARİHİ İLE BEŞİKTAŞ İNÖNÜ STADI



2011 - 2012 sezonunun başında yıkılıp yeniden yapılması planlanan İnönü Stadı'nın 70 yıllık tarihi.
Stadlarla kentlerin tarihi birleşir. Madrid ve Barnebau, Londra ve Wembley, Rio de Janerio ve Maracana... İstanbul dendiğinde de akla İnönü Stadı gelir. 67 yaşındaki İnönü Stadı, Türk futbolunun en önemli simgelerinden biri. Tarihsel özellikleri ve konumuyla belki de Türkiye'nin en değerli stadyumu. Deniz tarafındaki kalenin arkasında Osmanlı'nın, Meşrutiyet'in ve Cumhuriyet'in ev sahibi Dolmabahçe Sarayı, Dolmabahçe saat kulesi ve minareleriyle stadın siluetinin ayrılmaz parçası haline gelen Bezm-i Alem Valide Sultan Camii; diğer kalenin arkasında İstanbul Teknik Üniversitesi'ne ait Taşkışla binası var.
2011 - 2012 sezonunun başında yıkılıp yeniden yapılması planlanan İnönü Stadı'nın, 70 yıllık tarihinde başka yıkıp yeniden inşa etme girişimleri de oldu ama tarihi eser değeri nedeniyle tamamına ermedi. Yeni bir engel çıkmazsa bölüm bölüm yenilenmesi tasarlanan stadın geçmişi 1939'a uzanıyor; İtalya'dan davet edilen mimar Vietti Violi, Türk meslektaşları Fazıl Aysu ve Şinasi Şahingiray ile Dolmabahçe Sarayı'nın eski has ahırlarının bulunduğu yere uygun bir plan hazırladı. Uygulamada mimar Fazıl Aysu da görev aldı ve aynı yıl 19 Mayıs'ta temel atıldı ama İkinci Dünya Savaşı yüzünden inşaata beş yıl sonra başlanabildi. 19 Mayıs 1943'te yenilenen temel atma töreniyle harap hasahırlar kaldırıldı ve hafriyata başlandı. Ancak arkadaki Gazhane tesisleri yüzünden Violi'nin çizdiği planın bu tarafa bakan bölümü yapılamadı ve yüksek bir taş duvarla kaplandı. Stadın saraya bakan yüzündeki büyük demir kapının iki yanındaki duvara gömülecek tunç rölyefler de, bu tribünün sahaya bakan yüzündeki iki küçük kulenin üzerine konması gereken disk ve cirit atan sporcu heykelleri de güme gitti.

Nihayet 27 Kasım 1947'de oynanan Beşiktaş - AIK (İsveç takımı) karşılaşmasıyla stad nefes alıp vermeye başladı. Topun arka bahçeye kaçtığı maçı hakem Ahmet Adem Göğdün yönetti. Maç 3 - 2 Beşiktaş'ın galibiyetiyle sona erdi. Staddaki ilk golü de 40. dakikada daha sonra Beşiktaş Kulübü'ne başkan seçilen sağ açık Süleyman Seba atmıştı. Beş milyon Türk Lirası'na mal edilen stad o günlerde 16 bin kişilikti. Ama kapasitesi ileriki yıllarda önce 38 bine, ardından 43 bine çıkarıldı. Daha sonra UEFA'nın yeni kriterleriyle 30 binin altına indi.

Stadın bir özelliği de adının sık sık siyasete karışması. CHP'nin tek başına iktidarda bulunduğu iki partili dönemde Milli Şef İnönü ile adaş oldu. Ama Demokrat Parti'nin 14 Mayıs 1950'de tek başına iktidara gelmesinin ardından 1 Ekim 1950'de yeni bir ad verildi: Dolmabahçe. 27 Mayıs 1960'taki askeri darbeden sonra 13 yıl boyunca Mithat Paşa'nın adaşı olan stad, 1973'te ilk adına yeniden kavuştu. Dünya Güreş Şampiyonası'ndan Avrupa Basketbol Şampiyonası'na, Avrupa Profesyonel Boks Şampiyonluğu maçından uluslararası binicilik yarışmalarına ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenlerine kadar birçok etkinliğe sahne oldu İnönü Stadı. Örneğin 8 Mayıs 1948'de İstanbul - Stockholm güreş karşılaşması spor yazarı Adnan Akın tarafından Hürriyet Gazetesi'nde şu sözlerle özetlenmişti: "Sahada kimler yoktu. Futbol Federasyonu asbaşkanından saha ve tesisler müdürüne ve Taksim'deki namlı bir köfteciye kadar hepsinin göğsünde bir kokart vardı. Demek ki bu kokart da çok ucuzlamış. Son iki maç, Havagazı Şirketi'nin ve stadyumun soyunma odalarındaki elektrik ziyası (ışığı) altında çimen sahanın ortasındaki güreşçilerin çalışmaları görünmez bir halde devam ederken neticeler ancak spikerin sözlerinden anlaşılabildi. Sonuçta İstanbul karması Stockholm karmasını 6 - 2 yendi."

16 Nisan 1950'de Milli Eğitim Mükafatı müsabakaları büyük bir kalabalık önünde yapıldı. Kulüplerin talebiyle, devletin elindeki milyonluk bütçeye sahip bulunan İstanbul Radyosu'nun "sporumuza hiçbir yardımda bulunmadığı" gerekçesiyle maçların radyodan yayınlanmasına izin verilmedi. Bu yüzden hıncahınç dolu stadda oynanan maçlarda Galatasaray Vefa'yla, Fenerbahçe Beşiktaş'la 1-1 berabere kaldı. Ertesi hafta kulüpler maçların sadece ikinci devresinin radyodan yayınlanmasına izin verdi ve bu uygulama uzun zaman sürdü.

Macar futbolunun yıldızları Puskas ve Kocsis'ten İspanyol Gento'ya, Brezilyalı Pele ve Hollandalı Cruyff'tan Alman Beckenbauer ve Müller'e, İtalyan Riva ve Rivera'ya kadar dünyanın en büyük futbol yıldızlarının oynadığı sahaya 15 Ocak 1951'de Hürriyet adlı fil de ayak bastı. Pakistan'ın dostluk nişanesi olarak Türk milletine armağan ettiği ve Loredan adlı gemiyle İstanbul'a getirilen Hürriyet, Beşiktaş - Austria ve Fenerbahçe - Vefa karşılaşmalarından önce sahada gezdirildi. Fil halkın arzusu üzerine tribünler önünden iki kez geçirildi ve adeti olduğu üzere hortumunu kaldırarak seyircileri selamladı.

20 Ocak 1952'de Beşiktaş ile Arjantin takımı Lanus arasındaki oyun çok ağır bir zeminde oynanmıştı. Futbolcuların seke seke sahaya çıkabildiği maçı 5 - 2 Beşiktaş kazandı. Lanus Türkiye'ye gelirken Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron'un eşi tarafından gönderilen ve Eva Peron'un adını taşıyan bir gümüş kupa da getirmişti. Gırtlak kanserine yakalandığında iyileşmesi için Şişli Camii'nde mevlit okutulmasından çok duygulanan Eva Peron, kupayı Lanus'un Türkiye turnesinde oynayacağı son karşılaşmanın galibine verilmesi için göndermişti. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş ile birer karşılaşma oynayan Lanus'un karşısına son olarak çekilen kura sonucu Fenerbahçe çıktı. Sulhi Garan'ın yönettiği maçın ilk yarısını Fenerbahçe 3 - 0 önde bitirince Arjantin takımı ikinci yarıya çıkmak istemedi. Bunun üzerine şeref tribününden karşılaşmayı izleyen Arjantin Futbol Federasyonu Genel Sekreteri Antonio Rotilli soyunma odasına gidip Lanuslu futbolcuları oyuna devam etmeleri için ikna etti ve karşılaşmayı 3 - 2 kazanan Fenerbahçe, Eva Peron Kupası'nı müzesine götürdü.

Stad ilk yabancı hakemle 10 Şubat 1952'de tanıştı. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray'ın bütün giderlerin kendilerince karşılanması kaydıyla aralarındaki maçları yabancı hakemlerin yönetmesine ilişkin talebi kabul edilince, o gün oynanan Beşiktaş - Fenerbahçe karşılaşmasını İtalyan hakem Silvano Ermano yönetti ve olaysız geçen maç 1 - 0 Beşiktaş'ın galibiyetiyle bitti. Karşılaşmayı çok iyi yöneten Ermano maçtan sonra sahanın dünyada görülmeyecek derecede fena olduğunu söyleyip "Bir çimen hatta, toprak futbol sahasında bu kadar maç yapmak günahtır" dese de aldıran olmadı. Bir buçuk ay sonra, 22 Mart 1952'de Fenerbahçe ile Yunanistan'ın Apollon takımı arasında oynanan maçın 75. dakikasında, deniz tarafındaki Fenerbahçe yarı sahasında Donanma Kamil topa kafayla vurdu ve yere inmesiyle birlikte ayağının altındaki toprak çöküverdi. Ama Donanma Kamil atik bir hareketle çukura düşmekten kurtuldu. Sahanın drenajının altındaki eskimiş beton künklerden biri kırılmış, drenajla birlikte toprak da göçüvermişti. Hakem Sulhi Garan oyunu durdurdu, göçük kum ve takozlarla dolduruldu ve maç devam etti.

Sahadaki olayların skor tabelasına yansıdığına bile tanık oldu bu stad. 11 Ocak 1953'te Galatasaray - Beykoz arasındaki karşılaşmanın 83. dakikasında Galatasaray'ın attığı golün önce geçerli sayılması, sonra iptal edilmesiyle başlayan ve sahaya seyircilerin girmesiyle süren olaylar sırasında Beykozlu bir futbolcu skor levhasındaki Galatasaray'ın hanesine konan 2'yi kaldırıp 1'i yerleştirdi. Olaylar sonunda muşta darbesiyle yaralanan Galatasaraylı Naci, Gureba Hastanesi'ne kaldırıldı, oyun yarım kaldı ve 11 kişi gözaltına alındı.

İnönü Stadı dostluğa ve İstanbul'un kültüründen izler taşıyan maçlara da sahne olmuştu. Örneğin 6 Ocak 1954'te Galatasaray'ın Beyoğluspor'u 4-3 yendiği maç Yortu nedeniyle oynanmıştı.

Stadyumdaki en acı olaylardan biri 28 Nisan 1954'te gerçekleşti. Galatasaray - Emniyet maçının ikinci devresinin 29. dakikasında fenalaşarak sahadan çıkan Emniyet santraforu İlkyardım Hastanesi'ne kaldırılırken öldü. Çok iyi bir desinatör olan 27 yaşındaki İtalyan asıllı Aldarica (Aldo) Segala'nın ölüm nedeni maçtan önce bol miktarda paskalya yumurtası yiyerek oyuna tok karınla girmesi ve bu yüzden zehirlenmesiydi.

19 Şubat 1956'da Türkiye'nin dönemin efsanesi Macaristan Milli Takımı'nı 3-1 yenmesi, 10 Haziran 1959'da Metin Oktay'ın attığı bir şutla Fenerbahçe'nin koruduğu deniz tarafındaki kalenin ağlarını yırtması kadar tarihi bir olay da 3 Temmuz 1960'ta gerçekleşti. 27 Mayıs darbesinin ardından düzenlenen Cemal Gürsel Kupası'nın finalinde tunçtan yapılmış ve üniversiteli bir genç, bir asker ve Orgeneral Cemal Gürsel kompozisyonu olan 1.20 boyundaki ve 80 kilo ağırlığındaki kupayı Lefter'in attığı golle Fenerbahçe 1-0 kazandı.

Stadyumdan naklen gerçekleştirilen ilk televizyon yayınıysa 12 Kasım 1961 tarihinde gerçekleşti. O yıllarda deneme yayını yapan İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu, Türkiye - Sovyetler Birliği milli maçını Taşkışla'daki üniversite binasının damına konan kamera tarafından görüntüleyerek yayımladı. Televizyondaki ses yayınıysa aynı anda radyoda maçı anlatan Halit Kıvanç'ın sesinin televizyona da aktarılmasıyla gerçekleştirildi. Ancak Kıvanç maçı radyoda anlatırken sesinin televizyondan yayımlandığından habersizdi. Stada konan kameralar aracılığıyla naklen yayımlanan ilk karşılaşmaysa 1 Mayıs 1966'da oynanan ve 0-0 biten Beşiktaş - Fenerbahçe maçıydı. İlk gece maçıysa 28 Mart 1962'de oynandı. 1939 yılında Taksim Stadı'nda çok ilkel koşullarda oynanan gece maçlarından 22,5 yıl sonra büyük masraflarla kurulan ışıklandırmanın sahaya iyi ayarlananamaması yüzünden seyircilerin ve futbolcuların gözü kamaştığından maç zevksiz geçti. Işıkların direnciyle elektrik gücünün iyi ayarlanamamasından ötürü lambaların birer,ikişer sönmesi başka bir tatsızlıktı. Oyunun topu, kolay farkedilsin diye beyazdı. Bu arada hakem Semih Zoroğlu'nun da beyaz saçlı olması yüzünden tribünlerde şu espri yapıldı: "Federasyon kolay farkedilsin diye beyaz saçlı gece maçı hakemi görevlendirmiş."

Bir başka tarihi olay 23 Ağustos 1969'da yaşandı. Milli Takımın ve Galatasaray'ın unutulmaz golcüsü Metin Oktay, Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanan jübile maçıyla futbola burada veda etti. 1-1 biten maçta bir ara Metin Oktay ve Can Bartu forma değiştirip hayatlarında ilk ve son kez ezeli rakiplerinin formasıyla kendi takımlarına karşı oynadılar.

Kadrosunda ünlü futbolcu Pele'yi de bulunduran Brezilya'nın Santos takımı 2 Mayıs 1972'de özel maçta Fenerbahçe ile karşılaştı. Giderler hariç 25 bin dolar karşılığında sahaya çıkan Santos'u izlemek isteyenlerin çok fazla olması yüzünden saha kenarına portatif tribünler kuruldu. 43 bin 275 biletli seyircinin izlediği karşılaşmayı Santos 6-1 kazandı.

10 Nisan 1978'de kuruluşunun 75. yılını kutlayan Beşiktaş'ın davetlisi olarak İstanbul'a gelen Fransız şarkıcı Dalida, Beşiktaş-Fenerbahçe lig maçından önce stada çıktığında Fenerliler onun şarkısını söylemeye başladı: "Salmaya salama / Fener koyar, ağlama." Dalida ikinci bölümü anlamasa da bu "sevgi" gösterisine yanıt vermek için Fenerbahçe tribünlerinde koştuğunda kafasından aşağıya meyve suyu kutuları yağıverdi.

Türkiye'nin İngiltere'ye 0-8 yenilmesine de, birçok büyük galibiyete de sahne olan stadın yedek kulübelerinde Didi'den Helmut Schön'e, Jupp Derwall'den Parreira'ya kadar birçok ünlü teknik direktör oturdu; skor tabelası, Macaristan Milli Takımı'ndan Manchester City'ye kadar birçok güçlü takımın hayal kırıklığını tescil etti. Tribünlerindense "Futbol asla sadece futbol değildir" diyen milyonlarca insan gelip geçti. O kadar ki çeyrek yüzyıl öncesine kadar maç günlerinde belediye otobüslerinin biletçileri Dolmabahçe durağına yaklaşırken "Evet hastane... İnecek var mı" diye sorardı. Bazı büyük maçlardan önce girebilmek için gece önünde yatılan stadın sonsuz sadakatini orayı hiç görmeyen birçok futbolsever dahi "İyi günler sayın seyirciler burası..." diye başlayan naklen yayın anonsuyla hissetmiştir.

Futbolla hiç ilgilenmeseniz de yolunuz oradan geçtiğinde boş olsa bile bir göz atın oraya. Gelip geçen binlerce formadaki rengin, hüzün ve sevinci başlatan düdük seslerinin kuytuluklarına sindiğini fark edeceksiniz.
   Not: Newsweek Türkiye' den alıntıdır

Sen bir de Yusuf'u izleseydin!

   Futbol her ne kadar ayak ile oynanan bir spor olsa da bazı futbolcular var ki futbolun aslında sadece ayaklar ile oynanan basit bir oyun ...